Yazmak;
dingin bir kafa, sakin bir hayat istiyor...Yazamadıkça onu anlıyorum. Sanki
yazdığım her şey bastan savma her şey yüzeysel olacakmış
gibi geliyor. Kitap okuma tempom bu aralar iyi gitse de hatta
okuduklarım hakkında sıcağı sıcağına yazıp bende bıraktığı etkileri burada bir
yerde saklamak istesem de olamıyor pek... Ama bu gece daha sakinken ve kafamda
hala kitabın son cümleleri dururken yazmak istedim...
Kitabımız,
distopya türü deyince akla ilk gelenlerden. Hani su Açlık Oyunları serisinin
dedesi gibi bir şey... Tabi Açlık Oyunları yeni nesil bir eserken
Cesur Yeni Dünya daha ağırbaşlı bir tarzı olan bir eser.
Kitabin
önsözlerini genelde okurum ancak bu kitapta yarım bırakmak zorunda kaldım çünkü
kuvvetli spoilerlar gelecek gibiydi. O yüzden önsözü ve son sözü okumadan yazıyorum
su an, onu belirtmem lazım.
Kapak yüzünden
kitap uzun süre kitaplıkta durmak zorunda kaldı diyebilirim. Gerçekten iç karartıcı
ve sıkıcı bir kapağı var bana göre. Ama kitap son derece ilgi çekici.
Belirsiz
bir zamanda dünyadayız.. Nesiller iyileştirilmiş hastalıklar yaşlılık gibi
sorunlar ortadan kalkmış herkes mutlu... Müthiş bir kontrol ve düzenle görece ütopik
bir dünya yaratılmış. Dinler, güzel sanatlar, kitapları düşünmeye yol açacak her şey ortadan kaldırılmış. Hatta duygusal bağlılık
yaratacak her şey yok edilmiş. Nesiller laboratuar ortamında üretiliyor.
O yüzden anne baba ya da herhangi bir akrabalık bağı yok kimseyle...
İnsanlar
toplum içindeki görevlerine göre üretilmiş ve herkes alt ya da üst sınıftan olmasına
bakmaksızın mutlu olmaya şartlandırılmış. Beyin yıkama ya da uykuda eğitim
aşamalarıyla... İnsanların sıkıntıya girdikleri en ufak durumlarda bir hap içip
cennetimsi rüyalara dalarak o durumdan kendini uzaklaştırmaları da sağlanmış.
Oh ne güzel (!).
Ama
hala bu dünyanın dışında Kızılderililer yaşıyor yokluk ve zorluk içinde... Onlardan
biri de bir vesileyle bu cesur yeni dünyaya adım atıp olanları gözlemliyor,
içlerinde yaşayarak hiç tatmadığı bu yaşam biçimini anlamaya çalışıyor. Hatta aşık
oluyor. Ancak bu aşk bu hayatı sorgulamasına engel olmuyor. Sorgularken bu
sistemin başındaki adamlardan biriyle konuşmaları kitabin ana fikrini
oluşturuyor ve üzerinde tek tek düşünülmesi gerekenlerden. Mutluluğun bedeli ve
özgürlük adına ortaya çıkan fikirler diyebiliriz.
Kitabın
1932'de yazılmış olmasından mütevellit her satırındaki üstün zekâ ve ileri
görüşlülük bu kitabı bir klasik yapan başlıca unsur bana göre...
Distopya
ya da ütopya ne derseniz deyin sosyoloji, devlet yönetimi gibi konulara
ilgiliyseniz mutlaka okunmalı. Bu arada kitap zor okunan sıkıcı bir kitap gibi
görülmesin aksine oldukça merak uyandıran ve akıcı bir üsluba sahip. Örnek
vermek gerekirse ben 3 günde bitirdim.
Beni
yazmazsam olmaz dürtüsüyle bloga sürükleyen bu kitaba teşekkürlerimi sunar bir
başka kitapta buluşmak üzere sevgilerimi sunarım:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Her türlü soru, eleştiri, isteğinizi, görüşünüzü lütfen hakaret içermeyen cümlelerle yazın. Seve seve hepsine cevap veriyorum...