20 Nisan 2015

Cesur Yeni Dünya * Aldous Huxley

Yazmak; dingin bir kafa, sakin bir hayat istiyor...Yazamadıkça onu anlıyorum. Sanki yazdığım her şey bastan savma her şey yüzeysel olacakmış gibi geliyor. Kitap okuma tempom bu aralar iyi gitse de hatta okuduklarım hakkında sıcağı sıcağına yazıp bende bıraktığı etkileri burada bir yerde saklamak istesem de olamıyor pek... Ama bu gece daha sakinken ve kafamda hala kitabın son cümleleri dururken yazmak istedim...
Kitabımız, distopya türü deyince akla ilk gelenlerden. Hani su Açlık Oyunları serisinin dedesi gibi bir şey... Tabi Açlık Oyunları yeni nesil bir eserken Cesur Yeni Dünya daha ağırbaşlı bir tarzı olan bir eser. 
Kitabin önsözlerini genelde okurum ancak bu kitapta yarım bırakmak zorunda kaldım çünkü kuvvetli spoilerlar gelecek gibiydi. O yüzden önsözü ve son sözü okumadan yazıyorum su an, onu belirtmem lazım.
Kapak yüzünden kitap uzun süre kitaplıkta durmak zorunda kaldı diyebilirim. Gerçekten iç karartıcı ve sıkıcı bir kapağı var bana göre. Ama kitap son derece ilgi çekici.
Belirsiz bir zamanda dünyadayız.. Nesiller iyileştirilmiş hastalıklar yaşlılık gibi sorunlar ortadan kalkmış herkes mutlu... Müthiş bir kontrol ve düzenle görece ütopik bir dünya yaratılmış. Dinler, güzel sanatlar, kitapları düşünmeye yol açacak  her şey ortadan kaldırılmış. Hatta duygusal bağlılık yaratacak her şey yok edilmiş.  Nesiller laboratuar ortamında üretiliyor. O yüzden anne baba ya da herhangi  bir akrabalık bağı yok kimseyle... 
İnsanlar toplum içindeki görevlerine göre üretilmiş ve herkes alt ya da üst sınıftan olmasına bakmaksızın  mutlu olmaya şartlandırılmış. Beyin yıkama ya da uykuda eğitim aşamalarıyla... İnsanların sıkıntıya girdikleri en ufak durumlarda bir hap içip cennetimsi rüyalara dalarak o durumdan kendini uzaklaştırmaları da sağlanmış. Oh ne güzel (!).
Ama hala bu dünyanın dışında Kızılderililer yaşıyor yokluk ve zorluk içinde... Onlardan biri de bir vesileyle bu cesur yeni dünyaya adım atıp olanları gözlemliyor, içlerinde yaşayarak hiç tatmadığı bu yaşam biçimini anlamaya çalışıyor. Hatta aşık oluyor. Ancak bu aşk bu hayatı sorgulamasına engel olmuyor. Sorgularken bu sistemin başındaki adamlardan biriyle konuşmaları kitabin ana fikrini oluşturuyor ve üzerinde tek tek düşünülmesi gerekenlerden. Mutluluğun bedeli ve özgürlük adına ortaya çıkan fikirler diyebiliriz.
Kitabın 1932'de yazılmış olmasından mütevellit her satırındaki üstün zekâ ve ileri görüşlülük bu kitabı bir klasik yapan başlıca unsur bana göre... 
Distopya ya da ütopya ne derseniz deyin sosyoloji, devlet yönetimi gibi konulara ilgiliyseniz mutlaka okunmalı. Bu arada kitap zor okunan sıkıcı bir kitap gibi görülmesin aksine oldukça merak uyandıran ve akıcı bir üsluba sahip. Örnek vermek gerekirse ben 3 günde bitirdim. 
Beni yazmazsam olmaz dürtüsüyle bloga sürükleyen bu kitaba teşekkürlerimi sunar bir başka kitapta buluşmak üzere sevgilerimi sunarım:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Her türlü soru, eleştiri, isteğinizi, görüşünüzü lütfen hakaret içermeyen cümlelerle yazın. Seve seve hepsine cevap veriyorum...